Hobinizi meslek edinmeli misiniz?

Eğer hobinizin sizi gerçekten cezbettiğini keşfettiyseniz, muhtemelen buna olabildiğince fazla zaman ayırmak isteyeceksinizdir. Böyle bir durumda hobinizi mesleğinize dönüştürmek mantıklı bir adım olacaktır. Ancak buna girişmeden önce neye kalkıştığınızı dikkatlice düşünmelisiniz.

Orijinal başlığı “Should you turn your hobby into a job?” olan bu yazı Nela Dunato’nun blogundan alınmıştır.

Bu konunun uzmanı sayılırım çünkü tüm iş deneyimim (lise dönemindeki yazlık işlerden sonra) hobilerime dayanıyor. Kreatif sektörde profesyonel bir eğitimim yok. Sadece insanlar eğlenmek için yaptıklarım karşılığında para teklif etmeye başladılar ve hobilerimle hayatımı kazanacak fırsatlar geçti elime. Böyle olması harika değil mi?!

Tabi, öğrendim ki durum o kadar da güllük gülistanlık değil ve bu bahsettiğim herkes için veya her tip hobi için işlemiyor.

Eğer hobinizin sizi gerçekten cezbettiğini keşfettiyseniz, muhtemelen buna olabildiğince fazla zaman ayırmak isteyeceksinizdir. Böyle bir durumda hobinizi mesleğinize dönüştürmek mantıklı bir adım olacaktır. Ancak buna girişmeden önce neye kalkıştığınızı dikkatlice düşünmelisiniz.

İpuçlarına geçmeden önce, size bir arkadaşımın hikayesini anlatmak istiyorum. Biraz uzun, ama söz veriyorum, bir anlamı var.

Tavla oyuncusu arkadaşımla tanışın

Hikayesinin bu blogda paylaşılmasına izin vermediği için kendisinin isminden bahsetmeyeceğim.
Arkadaşım 5-6 yıldır aktif olarak tavla oynuyordu. Son birkaç yıldır da profesyonel tavla oyuncusu olmayı düşünüyordu.

Bu spordan haberi olmayanlar için belirtelim ki, profesyonel bir tavla oyuncusu olabilirsiniz. Çünkü dünyanın dört bir yanında düzenlenen birçok para ödüllü turnuva var (poker gibi, ama tahta ve zar ile oynanıyor). Sadece çok fazla pratik yapmanız gerek.

Bu yılın Mart ayında yerel bir Başarısızlık Kulübü’ne katılmaya başladım (Başarısızlık Kulübü’nün ne olduğunu bilmiyorsanız şu linke bir göz atın; official Failure Club FAQ). Kısaca açıklayacak olursak, Başarısızlık Kulübü 1 yıl içinde gerçekleştirmeyi amaçladıkları büyük bir hedefi olan bir grup insandan oluşan bir destek kulübü.

Arkadaşımın hedefi ‘hata oranı’nı takip ederek tavlada çok iyi olmaktı. Hata oranı size bir oyun boyunca kaç hata yaptığınızı gösteren bir numara. Bu hikaye için önemli değil ama, hata oranınızı birazcık iyileştirmek istiyorsanız deli gibi pratik yapmanız gerekiyor.

Hedefi için motiveydi demek hafif kaçar. Adam ciddi bir işten bahsediyordu. Hareket planları, tabloları ve grafikleri vardı. Bir noktada işinden ayrılmayı bile düşündü. Hepimiz bu ciddi kararını desteklerken, patronu ona biraz mantıklı olmaktan söz etti ve o da işine devam etmeye karar verdi.

Gerçekten pratik yapıyordu. Sabah işe gitmeden önce erken kalkıp bilgisayar başında tavla oynuyordu. Sonra işten eve gelince biraz daha tavla. Uykuya yatmadan önce de biraz tavla, hem de dünyanın dört bir tarafından oyuncularla. Perşembe günleri de küçük bir kafede arkadaşlarıyla oynardı.

Onun bu hevesine tanık oldukça, kendi amacım için böyle hissetmemekten ve kendimi adamamaktan dolayı neredeyse suçluluk duydum.

Bu süreç 3 ay boyunca devam etti, ta ki arkadaşım ilk tükenme noktasına varıncaya dek. Bir şekilde artık tavla oynamak istemiyordu. Angarya gibi gelmeye başlamıştı.

Mola vermesi gerektiğine karar verdik. 2 hafta boyunca egzersiz yapmadı. Bir 2 hafta daha pratiksiz geçti. Ve neredeyse 2 ay bu şekilde sürdü.

Hedefini belirledikten sonraki ilk büyük turnuvasının sonucunda, toplantılardan birine bir haber ile geldi. Hedefinden vazgeçtiğini, çünkü artık bunu istemediğini söyledi. Yapabileceğimiz veya onu devam etmeye ikna etmek için söyleyebileceğimiz hiçbir şey yoktu. Tutkuyla sarıldığı hedefi öylece ortada kaldı.

Bunu denediği için ne kadar mutlu olduğunu anlattı. Eğer denememiş olsaydı, hala günün birinde profesyonel bir tavla oyuncusu olma hayalleri kuruyor olacaktı. Elinden geleni yapıp, hayatı üzerindeki etkilerini görünce – zamanının çoğunu bilgisayar başında geçirmek ve herkes dışarıda eğlenirken eve tıkılmak gibi – bunu “sadece bir hobi” olarak sürdürmeye karar verdi.

Hobisini mesleğe dönüştürme fikri oyunun tüm eğlencesini kaçırdı. O, eğlencesini geri istiyordu.

Uzun lafın kısası, bazı hobiler hobi olarak kalmalıdır. Biliyorum, bu söylediğim şu sıralar herkesin diline dolanan “Hobinizin Peşinden Gidin ve Yaparken Para Kazanın” deyişine ters düşüyor ve muhtemelen bunu duymak istemiyorsunuz, ama ben hikayenin tüm yönleriyle anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Sadece parlak taraflarının değil.

Eğer boş zamanlarınızda yapmaktan zevk aldığınız birşeyi tam zamanlı işinize dönüştürmeyi düşünüyorsanız, karşılaşacaklarınızı karar almadan önce bilmek isteyebilirsiniz.

Tatmin edici olduğu kadar tuzaklarla da dolu

Eğer dikkatli olmazsanız, sonunuz arkadaşımınkine benzeyebilir. Tabi, bu kötü birşeydir demiyorum ama – O bunu denediği için mutluydu ve aslında istediğinin bu olmadığını anlamıştı. Bunu bilmek çok değerli. Neyse ki arkadaşım işini bırakmamıştı, bu yüzden çok risk almamış oldu, sadece birkaç ay tüm boş vaktini harcadı.

Birkaç ay boyunca işinizin yanı sıra hobinizi de profesyonel olarak yapmayı deneyin. Bir bakın nasıl gittiğine. Zor zamanları hala vazgeçme şansınız varken atlatmaya çalışın. Bu kulağa biraz güç gelebilir, çünkü muhtemelen bir süre için hiç boş vaktiniz olmayacak, ama en azından çok fazla riske girmemiş olursunuz.

Başka bir hobi edinmeniz gerekecek

Arkadaşım tavlada profesyonelleşme yoluna girdiğinde, koşu yapmaya başladı. Birden bire koşmak ona tavla oynamaktan çok daha eğlenceli geldi.  Bunun ana nedeni koşmanın yenilik getirmiş olmasıydı. Haftada 2 kez koşu yapıyordu, ama tavla her gün yaptığı birşeydi. Nadiren yapılan birşey hergün geçinmek için yaptığımız şeylerden çok daha çekici oluyor, her ne kadar işimizi çok sevsek de (Burdan bir ilişkiler analojisine varabilirim, ama oraya girmeyelim).

Bir günde o kadar çok saat var ki, sürekli aynı işi yaparken gün geçtikçe aldığınız zevk ve tutkunuzun sürmesi zor. Bunun dışında, biraz karıştırıp zamanı farklı şeyler yapmaya ayırmak gerekiyor. Fiziksel egzersiz veya bambaşka bir alanda herhangi bir yaratıcı iş olabilir. Bu birçok açıdan çok önemli. Önemli olmasının nedenlerinden biri esas işinizdeki yaratıcılığınızı taze tutacak yeni keşiflere atılacak olmanız.

Hobinizi farklı bir mekanda yapmanız en iyisi olacaktır. Sonuçta tüm gün aynı pozisyonda oturmak sağlıklı değil. Ayrıca mekan değiştirdiğinizde zihninizi de tazelemiş olursunuz.

Tükenme noktasına dikkat edin

“Bu bir maraton, depar değil” derler. İşinizi o kadar seviyorsunuzdur ki, günde 12-14 saat çalışmaya niyetli olabilirsiniz. Ama bu kısa sürede ters tepebilir. ‘Herhangi’ birşeyi her gün, günde 12 saat boyunca yapmak sürdürülebilir değildir. Hatta ben günde 8 saat çalışmanında biraz fazla olduğunu söyleyebilirim, çünkü bu 8 saatin tamamında tam performans çalışamazsınız. Daha kısa periyodlar halinde çalışmak daha iyi sonuçlar getirebilir. 

Eğer bu hataya düşecek olursanız, bir süre sonra kendinizi yaptığınız işten hiç keyif almazken bulabilirsiniz. Endişelenmeyin, normaldir. Bana da birkaç kez oldu, geçecektir. Böyle bir periyoda girdiğinizde tatile çıkmak ve bir süre için tamamen işinizle ilgisiz şeylerle meşgul olmak en iyisi olacaktır. Bunu yapmak önünüzde bitmeyi bekleyen dosyalar ve projeler yığını varken, kesinlikle ve mutlaka çalışmanız gerekiyorken biraz zor olsa da; kendinizi korumak adına önceliklerinizi değiştirip bir süre ofisinizden uzakta olabildiğince fazla zaman geçirin.

İşinizin fiyatını belirlemeniz gerekecek

Kimse para vermeyecek olsa bile yapacağınız bir şeyin fiyatını belirlemek çok zor.
Ürün veya hizmetleriniz için makul bir fiyat belirlemek zor olacak, çünkü yaratıcı işlerin lüks olduğu ve kimsenin para ödemeyeceği algısıyla yetiştiriliyoruz.

Kendimize biçtiğimiz değere göre fiyat belirlemek yaratıcı işler yapanlar arasında çok yaygın, ve çoğu zaman bu aslında düşük fiyat biçmek anlamına geliyor. Çünkü genelde kendimize biçtiğimiz değerlerler ilgili sorunlarımız vardır. Bir diğer önemli konu da, saatlik mesai fikrinden olabildiğince uzaklaşmanız gerekmesi. Sadece işçilik ve malzeme için fiyat belirlemiyorsunuz, aynı zamanda yaratıcılığınız için de fiyat biçiyorsunuz ki bunun sabit bir değeri yok.

Bazı günler herşey tıkırında gidecek. Siz çaba bile sarfetmeden herşey akışına girecek ve yüksek kalitede birçok iş çıkarmış olacaksınız. Diğer günlerde ise tembel hissedecek ve pek de üretgen olmayacaksınız. Her ikisi için de aynı saatlik mesai ücretini talep edemezsiniz. Zaman asla satın alınamayan bir faktördür ve işte tam da bu yüzden bunu nasıl harcayacağınız konusunda dikkatli olmalısınız. Ancak yaratıcı işler için belirlediğiniz fiyat görünmez kategorilere dahil olduğu için hesaplaması zordur.

Peki fiyatı nasıl belirleyeceksiniz? Bu alanınıza göre değişir. Eğer servis hizmeti veriyorsanız, o zaman fiyatınız müşterilerinize sağladığınız değere bağlı olmalıdır. Eğer takı veya tablo gibi lüks ürünler üretiyorsanız, bu değer kıstasından bahsetmek zor. Ama eşsiz ve sanatsal bir şey yapıyor olmanız seri üretim fiyatlarından yüksek bir fiyat belirlemenizi doğrular.

Muhtemelen ilk başlarda fiyatlarınızı düşük tutacaksınız. Bunu yaptığınızı farkettiğinizde, bu duruma çok uzun süre takılıp kalmayın veya müşterilerinize karşı duyduğunuz suçluluk ve kızgınlığı içinize atmayın. Sadece fiyatları yeniden düzenleyin ve devam edin. Bu normal birşeydir.

Neyin makul olduğunu sormaya başladığınızda zorlanacaksınız. İnsanlar bedavacılık yapacaklar. İndirim isteyecekler. Güvenle “hayır” demeyi öğrenmek zorunda kalacaksınız. Evet, zor olacak. Ve hayır, bu gibi durumları ortadan kaldıracak bir sihirli değnek yok. Yapabilirsiniz!

Durumları kişisel algılamaktan vazgeçin

Bundan kaçınmak çok zor çünkü tutkularımızı ciddiye almaya meyilliyiz. Müşterilerimiz veya iş arkadaşlarımız ile anlaşamadığımızda, eleştiri aldığımızda, ya da işimiz reddedildiğinde kendimizi değersiz hissedebiliriz. İşimizi savunma gereği duyabiliriz, çünkü geri bildirimleri kabul etmek işimize hakim olmadığımızı kabul ediyormuşuz gibi görünebilir. Bu çok yaygındır.

Profesyonel olmak işimizi diger kişisel işlerimizden ayırmaktır. Bu işlerinizi önemsemediğiniz anlamına gelmez. Anlaşmazlıkları becerilerinize ve kişiliğinize karşı bir saldırı olarak görmediğiniz anlamına gelir.

Siz yine de objektif olma konusunda ihtiyatlı olun. Çünkü eğer işinize karşı duyduğunuz tutkuyu kaybederseniz, bu noktaya gelişinizin ana nedenini de kaybedersiniz. Bunun olmasını kesinlikle istemeyiz!

Destek grubu edinin

Eğer tanıdığım yaratıcı profesyoneller gibiyseniz, ailenizde ciddi olarak kreatif sektörde çalışmayı düşünen tek kişi siz olabilirsiniz. Anne babanız geçiminiz konusunda endişeli olabilir. Ofis hayatına sıkışıp kalmış yaşıtlarınız sizi kıskanabilirler. Her durumda, sizi bekleyen tüm o güçlüklerden bahsedecek birçok insan olacakatır. Bu da zaten zorlu olan rotanızı daha da zorlaştıracaktır.

Kararlarınızı sorgulamayacak ve işler zorlaştığında destek olacak arkadaşlara ihtiyacınız var. Bunların birlikte kahve içebileceğiniz gerçek arkadaşlar olması harika olur. Ama böyle birileri yoksa online arkadaşlar da bulabilirsiniz.

Arkadaşlarınızın da kreatif sektörde kendi işlerini yapan kişiler olması çok iyi olur. Böylece karşılaştığınız zorlukları anlayabilir ve size pratik tavsiyelerde bulunabilirler. Ama bu mümkün değilse, en azından durumunuzu daha iyi anlayabilmeleri için, arkadaşlarınızı kariyerinizin onlarınkinden ne açıdan farklı olduğu konusunda bilinçlendirebilirsiniz.

Başarısızlık Kulübü’nde öğrendiğim şeylerden biri sizi motive eden grubun gücünü azımsamamak oldu. İhtiyacınız olmadığını düşündüğünüz zamanlarda bile arkadaşlarınızla (veya bir ustalar grubu ile) düzenli buluşmalar çok faydalı olabilir.

Hala hobinizi meslek edinmek istiyor musunuz?

Eğer tüm bu potansiyel tuzakları okuduktan sonra da cevabınız “Evet, evet, evet!!” ise, sizi en iyi dileklerimle tebrik ederim!

Eğer emin değilseniz, lütfen kendinizi bununla ilgili kötü hissetmeyin. Bir hobinizin olması iyidir!

Yazan: Nela Dunato
Çeviren: Ecem Cennet Sarıgül